İlkçağlardan günümüze kadar gelen bir kavramdır
zaman. Bir eylemin içinde geçtiği, geçmekte olduğu ya da geçeceği süredir
zaman. Sabah kalkıp akşam yatana kadar hem ihtiyaçlarımızı karşılamak adına hem
de çalışmak adına geçirdiğimiz süreler bütünüdür. Sanayi toplumuna geçişle birlikte zaman
kavramı farklı bir boyut kazanmaya başladı. Zamana olan bağlılık ve günü buna
göre planlama gerekliliği 1980’lerde zamanın yönetilmesi gereken bir kaynak
olarak anlam kazanmasını sağladı. Ve o gün bugündür de iş yaşam arasında gidip
gelen bir koşturma ile zaman içinde kaybolmuş bulduk kendimizi. Akrep ile
yelkovanla yarışmaya başladık. Sürekli telaşlı bir koşuş…
Nereye koşuyoruz? Ne için çabalıyoruz? Neden çalışıyoruz?
Ve sorularımızın ardı arkası kesilmemeye başladı. Mutlu olabilmenin sahip
olmakla özdeşleştirildiği bir dünyada, daha büyük bir ev, daha iyi okullar,
daha iyi bir otomobil, daha iyi bir tatil vb. için çabalayıp duruyoruz. Peki,
bunların tadını çıkaracak zamanı bulabiliyor muyuz? Yılmaz Özdil’in babasını kaybettikten sonra
Hürriyet Gazetesi‘nde (05.01.2012) kaleme aldığı yazısında aslında çok güzel
özetlemişti yaşadığımız bu koşturmayı, zamana ayak uyduramayıp sonrasında yaşadığımız
pişmanlıkları ve keşkelerimizi… “(…) işe güce koştururken, bir saniye daha
onunla beraber olamadığım için, bir kadeh daha parlatamadığım için, ha bugün ha
yarın derken, bir kez olsun daha sarılmayı ötelediğim için(…)”
Eflatun’a sormuşlar “insanların sizi en çok şaşırtan
davranışları nedir?”. Eflatun yanıtlamış; “insanoğlu çocukluktan sıkılır,
büyümek için acele eder, sonra da çocukluğunu özler. Önce para kazanmak için
sağlığını harcar, sonra da sağlığını kazanmak için parasını. Hiç ölmeyecekmiş
gibi yaşar, sonra da hiç yaşamamış gibi ölür. Hayata hazırlanmaya o kadar zaman
harcar ki hayatı yaşamaya zamanı kalmaz. Yarını o denli düşünür ki, bugünün
elinden kayıp gittiğini fark etmez bile. Oysa hayat geçmişte ve gelecekte
değil, şimdiki zamanda yaşanır” demiş.
Zamansızlıktan şikayet etmeyen yok sanırım! Okumaya zamanım
yok! Spor yapmaya yürümeye zamanım yok! Dostlarla oturup kahve içip sohbet
etmeye zamanım yok! Dolaşmaya yeni yerler görmeye zamanım yok! Sinemaya,
tiyatroya gitmeye zamanım yok! Sahil kenarında oturup nefes almaya zamanım yok!
Ailecek pikniğe gidebilecek zamanım yok!
Nerde yaşıyorsak yaşayalım her yerin ayrı güzellikleri söz konusu.
Elimizin altında değerlendirilebilecek bu kadar çok şeyin olduğu bir dönemde hiçbir
şeye zaman ayıramayıp sürekli bir zamansızlıktan şikayet ediyoruz. Peki bu
zamanlar nereye gidiyor? Bunun nedeni aslında çok basit zamanı etkin
kullanamadığımız için zamanın tutsağı oluyoruz.
İki insan arasındaki fark sahip oldukları zaman
değil, onu nasıl kullandıklarıdır. Örneğin; Bill Clinton, zamanında koca bir
devleti yönetirken her sabah 1 saat koşmaya zaman ayırabiliyordu. Atatürk; bir
yandan ülkeyi yönetip, stratejiler oluşturup cepheleri yönetirken diğer yandan
kitap okumaya vakit bulabiliyordu. Çevrenizdekileri düşünün aslında zamanı
etkili kullanabilen bir çok örnek görmeniz mümkün. Örneğin çalışan anneler
biryandan iş, bir yandan ev, eş ve çocuklarına vakit ayırabiliyorlar. Tanıdığım
bir doktor hem çalışıp hem de hobi olarak dalıp balık tutmaya vakit
ayırabiliyor. Ya siz?
Düşünmeye, okumaya, eğlenmeye, sevmeye ve sevilmeye
zamanımız var mı? Ya da hayal kurmaya? Gülmeye? Yeni bir şeyler öğrenmeye, yeni
yerler görmeye ve yeni insanlarla tanışmaya zamanımız var mı? Sahip olduklarınızın
keyfini çıkarmaya zamanınız var mı? “Eğer doğru kullanırsak zamanımız
yeterlidir” der Goethe.
Geri getirilmesi olanaksız olan tek şey zamandır. Zaman
yönetimi, amaçlara ve hedeflere ulaşmada önemli bir kaynak olan zamanı verimli
kullanma çabasıdır. Zaman yönetiminde söz konusu olan, mevcut zamanda nelerin
yapılabileceğinin planlanmasıdır. Elbette ki, zamanımızın tamamına yakınını
çalışarak geçirmek, zamanı yönetmek demek değildir. Ancak psikolojik, sosyolojik ve diğer
ihtiyaçlarımızın karşılanabilmesi için de zamana ihtiyacımız vardır. Zaman
yönetiminin temel ilkesi “Yaşam seçimlerimizden ibarettir, zaman yönetimi de
öyle. Neyi seçersek onu yaşarız, ne ekersek onu biçeriz.” Eğer her şeyi yapmaya
zaman bulamıyorsanız başka bir şeye zaman ayırmayı, önem ve öncelik vermeyi
seçmişsiniz demektir. Öyleyse öncelikli soru: Yaşamdaki seçimlerimiz doğru mu?
Önceliklerimizi doğrumu seçmişiz?
Sorun sadece zaman mı yoksa seçimlerimiz mi?
Devamı gelecek (…ve zaman yönetebilecek miyiz?) J
Zühre Turunç
Şubat 2013